“Kaygı özgürlüğün baş dönmesidir.” – Søren Kierkegaard

İnsanların en temel duygularından biri olan kaygı, bireyin varoluşsal deneyiminde derin bir rol oynar. Günümüzde çoğunlukla bir bozukluk olarak algılanan kaygı, aslında insanın varoluşsal derinliklerine dokunan, anlam ve seçimlerle iç içe geçmiş bir deneyimdir. Varoluşçu yaklaşıma göre, kaygıyı tamamen yok etmeye çalışmak anlamsız bir çabadır. Dikkat etmemiz gereken asıl nokta, kaygıyla nasıl işlevsel bir şekilde yaşayabileceğimizdir. Kaygı, insan olmanın temel bir parçasıdır ve herkesin yaşamında bir noktada ortaya çıkar. Kaygının olmadığı bir dünya, insan varoluşunun olmadığı bir dünya olarak değerlendirilebilir. 

Peki, bu durumda kaygıyı neden bir bozukluk olarak anlamlandırıyoruz?

Kaygı aynı zamanda doğru yola yönelmemize yardımcı olan güvenilir bir bilgi kaynağıdır. Kaygının bir bozukluk olarak algılandığı ve kaygısızlığın yüceltildiği bir dönemde yaşıyoruz. Ancak kaygının ortadan kaldırılması, insan olmanın derin deneyimlerinin de kaybolması anlamına gelebilir mi?

Varoluşçuluk, kaygıya yaşamın sınırlılıklarımızı ve özgürlüklerimizi keşfettiğimiz bir alan olarak bakar. Özgürlük, insanın karar verme yetisinin geniş olduğunu fark ettikçe, bir kaygı kaynağı haline gelir. Her gün karşılaştığımız sonsuz seçenekler ve olasılıklar, bizi kaygıya yönlendirir çünkü bu seçimlerin ve aynı zamanda seçmediklerimizin sorumluluğu tamamen bize aittir. Bu durum, belirsizlik ve kaygı hissini doğurur. Burada seçimlerden kasıt, hayatın akışını değiştirme potansiyeline sahip her şeyi içerir. Hayat devam ettikçe, kaygı da bizimle birlikte var olacaktır. 

İnsan, yaptığı seçimler doğrultusunda özgürlüğe mahkûmdur. Ancak özgürlüğümüz, hayatın bize dayattığı bazı sınırlamalarla çevrelenmiştir. Bu da bizi özgürlük ve sınırlılık ikilemiyle karşı karşıya getirir.

Örneğin, insanın ölümlü olması bir sınırlılıktır. Ölüm, karşısında seçim yapamayacağımız ise bir gerçekliktir. Ancak ölüm karşısında alacağımız tavrı seçme özgürlüğüne sahibiz. Bu seçimler, sorumluluklar ve zorunluluklar, bizi kaçınılmaz olarak kaygıya sürükler. Ölüm, yalnızlık, özgürlük ve hayatın anlamı gibi konular karşısında hissettiğimiz şaşkınlık ve bilinmezlik de kaygının birer nesnesidir.

Jean-Paul Sartre’a göre, insanın kim olduğu yaptığı seçimlerle paraleldir. Seçimlerin sonuçları, bireyin hayatını tamamen etkileyen bir durumdur. Bu nedenle seçimlerin sorumluluğunu üstlenmek ya da üstlenememek, beraberinde kaygıyı doğurur.

Paul Tillich ise kaygıyı cesarete yönlendiren bir güç olarak tanımlar. Ona göre, kaygıyla yüzleşmenin alternatifi umutsuzluktur. Biz insanlar, kaygıya rağmen ya da onunla birlikte seçimler yapar ve ilerleriz. Umutsuzluk ise kaygının zıttı gibi konumlanır. Umutsuzluk, hayatın sınırlılıkları içindeki özgürlükte, seçeneklerin görülemediği, adım atacak gücün kalmadığı bir durumu temsil eder. Cesaret ise, kaygıyı içine alarak umutsuzluğa karşı direnç gösterir. Kaygıyla yaşamayı öğrenmek, insan olmanın getirdiği bu sınırlılıklar içinde özgürlüğümüzü daha anlamlı bir şekilde kullanmamıza olanak sağlar.

Klinik Psikolog Buse Nil Atar

Kaynakça

Deurzen, E. V., & Arnold-Baker, C. (2017). İnsan Meselelerine Varoluşçu Bakışlar. Aletheia Kitap, İstanbul.

İçöz, F. J. (n.d.). Varoluşçu Analiz. Türkiye.

Toprakkaya, A., & Urtekin, G. (2022). Varoluş Felsefesinde Bir Problem Olarak: Kaygı. Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, (34), 279–299. DOI:10.53844/flsf.1137548.

Yalom, I. D. (2018). Varoluşçu Psikoterapi. İstanbul: Pegasus Yayınları. Varoluşçu Analiz eğitim notları.