Kendimize ve yaşantımıza dair zorlayıcı deneyimlerimizi paylaştığımız bir süreç olan terapi, aynı zamanda sorguladığımız, içimize döndüğümüz, farkına vardığımız, bakmaya cesaret edemediğimiz yerlere yüzümüzü döndüğümüz, yüzleştiğimiz, duygularımızın, düşüncelerimizin, davranışlarımızın kaynaklarını keşfe çıktığımız bir yolculuktur. Kendimizle ve ötekilerle olan ilişkilerimizle ilgili çözümleyemediğimiz, güçlük çektiğimiz, fark edemediğimiz, kaçtığımız yanları görebildiğimiz bu yerde sürecimizin en büyük eşlikçisi de terapistimizdir. Bu noktada, iç dünyamızı keşfettiğimiz ve kendimize ve diğerlerine dair çokça farkındalık kazandığımız terapi odasında terapistimizle kurduğumuz ilişki de çok önemlidir. Terapist ve danışan arasındaki bu ilişkiye “terapötik ilişki” adı verilir. Terapötik ilişki, bir terapistin ve bir danışanın arasındaki özel bir profesyonel ilişkidir. Diğer bir ifadeyle, terapist ve danışanın birbirlerine karşı beslediği duygu ve tutumlar ve bunların nasıl ifade edildiği terapötik ilişki olarak tanımlanabilir (Norcross, 2010). Birçok farklı psikoterapi ekolü için temel bir unsur olarak ifade edilen terapötik ilişki, terapi sürecinde danışanın süreçten olabildiğince yüksek fayda sağlamasında ve sürecin sonunda gerçekleşmesini arzu ettiği hedeflerine ulaşmasında önemli bir rol oynar.

          Her danışan için biricik olan bu ilişki, danışan ve terapistin kurduğu ilk bağlantı ile oluşmaya başlar. Bu ilişki kurulurken, terapist danışanın içsel referans çerçevesine girer, danışanın deneyimlerini empatik bir yaklaşımla takip eder ve danışana duygusal olarak uyumlu bir şekilde yanıt vermeye çalışır. Bu bağlamda, terapötik ilişki, güven verici, sakinleştirici ve iyileştirici olmanın yanı sıra, aynı zamanda keşfetme, duygusal dönüşüm ve yeni anlam yaratma gibi terapötik çalışmaları da destekler. Öte yandan, psikoterapi süreci, danışanların duygularına, düşüncelerine, davranışlarına yakından bakıp var olmasını istemediklerini, arzuladıkları hale dönüştürdükleri bir yer olmakla beraber bu değişim ve dönüşüm süreci zorlayıcı olabilir. Bu noktada, iyileştirici bir terapötik ilişki yoluyla danışana zorlu duyguları deneyimleyebileceği güvenli bir alan açıyor olmak bu değişim ve dönüşümü başlatmak açısından süreçteki en önemli unsurlardan biridir. Güven, saygı ve kabul ortamı yaratılmasını sağlayan terapötik ilişkinin varlığı, birisi tarafından anlaşıldığını ve zorlayıcı anlarını/anılarını açığa çıkarma fırsatını kendisine verdiğini düşünen danışanın terapi sürecinde güvende hissetmesini, terapiste karşı güven duymasını ve terapistle birlikte zorlayıcı deneyimleri üzerinde çalışırken rahat olmasını sağlar. Diğer bir ifadeyle, bu özel ilişki danışanların kendilerini açıkça ve dürüstçe ifade etmelerine, kabul gördüğünü ve anlaşıldığını hissettiği için duygularını ve deneyimlerini paylaşabilmelerine ve sorunlarını ele alarak terapi sürecine getirdikleri meseleler üzerine eğilmelerine ve çalışmalarına olanak tanır. Böylece, terapi sürecinde daha iyi sonuçlar elde etmesi noktasında da bu ilişkinin varlığı özel bir önem taşır.

          Ek olarak, ulaşılabilir, duyarlı, ilgili ve güven veren bir terapistin temel görevi danışanıyla onun özünü onurlandırıp genişleten bir şekilde ilişki kurmaktır. Danışan bu ilişkiyle beraber kendi içsel dünyasına doğru da bir yolculuğa çıkar ve içgörü kazanır. Kendiliğine dair anlayışını, kavrayışını ve farkındalığını arttırabilmesinin yolu da bu ilişkinin niteliğinde saklıdır. Öte yandan, bu ilişki, kendi içsel süreçlerini keşfeden ve kendine ve diğerlerine yönelik farkındalık geliştiren danışan adına terapi odasının sınırlarının dışında da geliştirilebilecek özgün ilişkiler için örnek teşkil edebilir. Etkili bir terapötik ilişki danışanın sağlıklı bir kişilerarası iletişim deneyimi yaşamasını sağlar. Terapi sürecinde böylesine bir ilişkiyi yaşantılamak danışanın kendi dünyalarındaki diğer kişilerle iletişimlerinin niteliğini belirleme ve güçlendirmede sağlam bir temel sağlayabilir. Böylece, danışan terapistiyle birlikte keşfettiği sağlıklı ilişki kurma deneyimini gerçek hayatına da aktarmış ve pratik etmiş olur.

          Sonuç olarak, güven temelli, sağlıklı sınırları olan, empatiye ve olumlu kabule dayalı terapötik ilişki terapi sürecindeki gelişebilmenin, dönüşebilmenin, keşfedebilmenin ve iyi hissedebilmenini temelini oluşturur. Danışan ve terapistin iş birliği içinde birlikte yürüdüğü bir yol olan terapi süreci içinde danışana güven ve açıklık ortamı sağlayan bu özel ilişkinin varlığı, danışanın süreç sonunda psikolojik iyi oluşunu desteklemesine, ruhsal dengesini sağlamasına, psikolojik sağlamlık geliştirebilmesine, baş etme becerileri edinmesine ve kendine ve ötekilere dair içgörü kazanabilmesine yardımcı olabilir.

Psk. Dan. Merve Şenli.

Kaynakça

Greenberg, L. (2014). The therapeutic relationship in emotion-focused therapy. Psychotherapy51(3), 350.

Johnson, S. M. (2019). Attachment theory in practice: Emotionally focused therapy (EFT) with individuals, couples, and families. The Guilford Press.

Norcross, J. C. (2010). The therapeutic relationship.

Norcross, J. C. (2010). The therapeutic relationship. In B. L. Duncan, S. D. Miller, B. E. Wampold, & M. A. Hubble (Eds.), The heart and soul of change: Delivering what works in therapy (pp. 113–141). American Psychological Association. https://doi.org/10.1037/12075-004