“Beden sadece fiziksel bir varlık değil, yaşanan bir deneyimdir.” – Merleau-Ponty
Varoluşçu psikoloji, sıklıkla insan yaşamının temel sorularına ve kaygılarına odaklanan bir yaklaşımdır. Bunlar arasında, bireylerin hayatlarını şekillendiren ölüm, özgürlük, anlam ve yalnızlık gibi deneyimler de yer almaktadır. Ancak bu yaklaşımın belki de en az dikkat çeken ama en önemli yönlerinden biri, bedenin bu varoluşsal meselelerdeki önemli rolüdür.
Zihin ve beden arasındaki ilişki, varoluşçu düşüncenin temelini oluşturur. Bu yaklaşımlar, geleneksel zihin-beden ayrımına karşı çıkarak, zihinsel süreçlerin bedensel deneyimlerle sıkı sıkıya bağlı olduğunu savunur. Bu perspektifte, düşünce ve biliş yalnızca beyinde gerçekleşen soyut işlemler değildir; aksine, bedenin dünya ile kurduğu etkileşimler aracılığıyla yapılandırılmaktadır.
Varoluşçu görüş insanı bir bütün olarak ele alarak, bedeni deneyimlerin merkezine yerleştirir. Merleau-Ponty’nin “bedenlenen zihin” (embodied mind) kavramı, bilincin sadece zihinsel işlevlerden oluşmadığını, aynı zamanda bedensel deneyimler ve duyusal algılar tarafından şekillendirildiğini vurgular. Bu anlayış, insan bilincinin yalnızca beyindeki soyut süreçlerin ürünü olmadığı, aksine bedensel deneyimlerin de bu süreçlerde önemli bir yer tuttuğu fikrini destekler.
Zihin ve bedenin birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğu bu ilişki, duygusal deneyimlerde de net bir şekilde görülür. Örneğin, yoğun bir korku anında yaşanan hızlı kalp atışları, kas gerginlikleri veya değişen nefes ritmi, hem zihinsel hem de bedensel tepkilerin birlikte ortaya çıktığını gösterir. Bu etkileşim, beden ve zihnin sürekli bir iletişim halinde olduğunu ve birbirini karşılıklı olarak etkilediğini ortaya koyar. Zihin ve bedenin bütünleşik bir bakış açısıyla ele alınması, kişinin hem kendisiyle hem de çevresiyle daha dengeli ve uyumlu bir ilişki kurmasını destekler.
Aynı zamanda beden, bireyin bilinçli ya da bilinçdışı deneyimlerini dışavurma aracı olarak terapötik sürecin önemli bir parçasıdır. Beden, aslında bireyin kendisine ve çevresine dair pek çok şeyi farkında olmadan dışa vurur. Duyguların nasıl bedenle bütünleştiği yani bedenlendiği ve beden aracılığıyla nasıl ifade edildiği üzerinde durmak, terapide bireyin kendi içsel süreçlerine daha yakın bir bakış sunar. Bu farkındalık, bireyin yalnızca zihinsel değil, bedensel olarak da yaşamında bir denge kurmasına yardımcı olabilir.
Sonuç olarak, varoluşçu perspektif, bedeni yalnızca fizyolojik bir yapı olarak değil, insanın dünyadaki varoluşunu anlamlandıran bir deneyim alanı olarak görür. İnsan, dünyayı bedeni aracılığıyla hisseder, algılar ve anlamlandırır. Bu nedenle beden, insanın varoluşsal deneyiminin merkezindedir.
Klinik Psikolog Buse Nil Atar
Kaynakça
Dreyfus, H. L. (1991). Being-in-the-world: A commentary on Heidegger’s Being and Time, Division I. MIT Press.
Heidegger, M. (1927). Being and time. Harper & Row.
Merleau-Ponty, M. (1945). Phenomenology of perception.
Routledge. Varela, F. J., Thompson, E., & Rosch, E. (1991). The embodied mind: Cognitive science and human experience. MIT Press